Thursday, December 24, 2009

Konya


Taht benzeri bir oturağın üzerinde bulunduğundan "ana tanrıça" olduğu düşünülen bir kadın. Kocaman göğüsleri ve kocaman kalçasıyla bereketi simgeliyor olsa gerek. Ve de aynı zamanda bundan sekiz bin yıl öncesinde kadın-erkek eşitliğinin bulunduğu toplumda kadın yönüne kaydığını da gösteriyor olsa gerek. Konya'nın Çumra ilçesinde bulunan Çatalhöyük kazı alanından çıkarılan ana tanrıça heykeli bu. Sekiz bin yıllık olduğunu bilmek nefes kesici.

Ayrılmamızla birlikte adeta gitmemize üzülüp kendini soğuğa, yağmura ve fırtınaya teslim eden İstanbul geride bırakıp, gelişimize adeta sevinip güneşi üzerimizde gezdiren Konya'ya ulaştığımızda saatler henüz haftaiçi mesai saatlerine ulaşmamıştı. Konya'nın göbeği olarak bilinen Alaaddin Tepesi'ne yollandık. Duyduklarım doğruysa, boylu boyunca düzlükte bulunan şehrin bir tepesi olması gerektiği düşüncesiyle Alaaddin Keykubat toprak taşıttırıp bu tepeyi oluşturmuş. Üzerinde kendi adına camisi ve diğer anadolu selçukluları ile birlikte kendisinin de türbesi bulunuyor. Konya'nın tek tepesi bu.

Peşinden Mevlana'nın türbesinin bulunduğu müzeye gittik. Mevlana'nın mistik türbesini ziyaret ettiğimde oluşan hava öylesine garip geldi ki bana kendisi hakkında yetersiz bilgiye sahip olduğuma üzüldüm. Mevlana'nın hayatında derin etkiler bırakan Şems-i Tebrizi hakkında duyduklarımla birlikte kafam öylesine karıştı ki, dönüşümde bu kişiler hakkında bilgi edinmeyi kendime görev addettim. Şems-i Tebrizi'nin türbesinin bulunduğu camiini ziyaret ederken de hatıralar denizinin derinlerinde yer alan lise müdürünü görmem ve unutulmuş mevzulardan bahsetmemiz "dünya o kadar da büyük değil" düşüncesi uyandırdı bende.

Öğleden sonrasını yazımın hemen başında bahsettiğim ana tanrıçanın heykelinin bulunduğu Çatalhöyük'e ayırdık. Burası heyecan verici bir yer. Sekiz bin yıl öncesinden bir yerleşim yeri. Hala kazı yapılmakta. Buluntular arasında evlerin tabanında çıkan mezarlar enteresan geldi. İnsanlar ölülerini yaşadıkların eve gömmüşler. Ölülere yıllarca önce gösterilen önem dikkat çekici. Oradan ayrıldığımda "sekiz bin yıl nasıl bir süre?" diye düşünürken hayal gücüm tasavvur etmeyi beceremedi.

Akşam vakti sema törenindeydik. İlk kez canlı ve tamamını izlediğim töreni açıkçası çok beğendim. Ancak semanın gösteriye dönüştürülmesini ayıpladım. Zira, edindiğim bilgilere göre sema, insanın manevi yolculuğudur, nefsini terk etmesi, akıl ve aşkla yücelmesi, olgunluğa erişip kulluğa dönmesidir. Böylesine amacı olan bir törenin gösteri olarak sunulmasını amacına aykırı buldum. Bu, ortaya çıkan gösteriyi de beğenmemle çelişmez. Mezartaşını andıran durumuyla başlarına giydikleri sikke, ellerini omuzlarında çapraz tutarak bir rakamını simgelemeri, giydikleri siyah cübbeyi bir kenara bırakıp kefeni andıran beyaz cübbeleriyle kendi eksenlerinde dönmeleri ve sonrasında siyah cüppelerini giyip gitmeleri izlenmeye değer.

Gece vakti Konya'da insanların nasıl eğlendiği merakıyla bir iki mekan gezelim istedik. Ancak gelin görün ki, pek fazla mekan bulamadık. Bulduklarımız da tarzımıza pek uygun değildi. Tam umudumuzu yitirmiştik ki, “ella”yı bulduk, pek de güzel eğlendik. Mekandan çıkşta yanlış otele gitmemiz, resepsiyon görevlisinin otele girmemize izin vermesi, üst katlara çıkınca yanlış otele geldiğimizin farkına varmamız, ve sonrasında kendi otelimize yollanmamız gece eğlencesinin üzerinde çilekli sos tadı bıraktı.

Ertesi gün arkeoloji müzesini (antakya arkeoloji müzesiyle nedense karşılaştırma gereği hissettim ve pek fakir buldum.), koyunoğlu müzesini, şehitliği ziyaret etmemizin ardından Beyşehir’e doğru yollandık. Ama önce Antalya tarafına dönüp Tınaztepe mağaralarını görmek istedik. Burası Sığla Gölü’nü besleyen suları araştıran bir grup tarafından bulunmuş. Gezilebilir bin beş yüz metreyi aşan uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun mağarası. Mağara içinde yürüyüş yolu, harekete duyarlı aydınlatmalar güvenli. Mağara içinde olsanız da pek öyle tedirgin olmuyorsunuz. Gezdikçe düz bir kayanın akan sularla boydan boya beyazladığını görüyorsunuz. Gezilebilir alanın sonuna geldiğinizde yaklaşık otuz metre yüksekliğinde dev bir mağara gölüyle karşılaşıyorsunuz ki buraya kadar yorulduğunuza değiyor.

Ardından Beyşehir’e uğrayıp kısa bir göl kenarı gezintisiyle birlikte Konya’ya geri dönüp, canlı keşmekeşini özlediğimiz İstanbul için havaalanına ulaştık. Yoldayken etli ekmek, tirit,tandırla tatma fırsatı bulduğum Konya mutfağını pek fakir bulduğumu düşündüm. “Nerede bizim oraların çeşitliliği?” derken sarsıla sarsıla inmeye başladık. İstanbul’un bize olan kızgınlığı hala geçmemişti ki, hava pek bir yağmurlu ve fırtınalıydı.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home