Monday, September 01, 2008

pürenli


Hışırtının geldiği tarafa yedek pil almadığımız için tedbirli kullanmaya calıştığımız el fenerini tuttuk. Zifiri karanlık aydınlandı, iki tane parlak göz belirginleşti ve beyaz mı beyaz bir tilki ortaya çıktı. Beyaz kürkü ve uzun kuyruğuyla oldukca şirindi. Feneri yüzüne tuttuğumuzda kaçmak yerine yüzümüze uzuun uzun bakmaya devam etti. Sonradan akıl edip de "şunu bir fotoğraflayalım" dediğimizde ise ortadan kayboluverdi. Tükettiğimiz yiyeceklerin kokusunu almış olmali diye düşündük ve bu kokunun tilkiden daha tehlikelilere ulasmamasını umduk. Tüm gece umduğumuz gibi oldu ve tilki ziyaretinden başka bir vukuat gerçekleşmedi.
Onbeş kişilik grubumuzla Bolu ile Düzce arasında bulunan Pürenli yaylasında idik. Hem çadır kampı tecrübesi kazanmak hem de doğa yürüyüşlerimize bir parkur daha eklemek amacıyla öğleden önce yola çıkmış ve ancak öğleden sonra gec saatte yaylaya ulaşabilmiştik. Hava serindi, beklediğimiz kadar soğuk yoktu. Orman cok sık ağaçlarla kaplıydı.Ürkütücü bir sessizliği vardı. Yakınlarda bulunan dokuz hanelik geçici bir köyden ormanın ve çevrenin güvenilirliği ile ilgili bilgiler aldik. Çevreden çalı, odun ve kütük toplayarak sabaha kadar yanmayı sürdürecek ateşimiz için yakacakları biriktirdik. Hava kararmadan önce çadırlarımızı kurduk, yemeklerimizi yedik ve geceyi beklemeye başladık.
Hava karardıkça, sıcaklık düştü, kamp ateşine daha bir yakınlaştık. Çeşitli muhabbetler ve oyunlarla vakit ilerledi. Kamp ateşinin başında gitar dinlenip, şarkılar söylendi. Gece yarısına yaklaşırken çadırları kurup ateşi yaktığımız kuytu bölgeden açıklık alana geldiğimizde ise amacımız gökyüzüne bakmaktı. Zifiri karanlıkta ki, ateşimiz ağaçların arasından görünmüyordu. Aysız gökyüzünde yıldız yığını vardı ve karanlıkta o kadar çok görünüyorlardı ki, bakmaya doyamıyordu insan. Ne kadar da çoktular.
Uzaktan gelen ve avcıların silahlarından çıktığını düşündüğümüz sesler endişe yaratmasaydı daha fazla kalabilirdik belki. Gece yarısının ardından grubun bir kısmı uyumaya, diğer kısmı ise ateşin yanmasının sürmesini sağlamak ve kampı tehlikelerden - ki tehlikenin ne olduğunu bilmiyorduk bu elektriğin olmadığı, telefonların çekmediği, radyo yayınlarının alınmadığı bölgede - korumak amacıyla nöbetçi kaldı. Nöbetçi kalan ilk grup olarak yukarıda bahsettiğim tilki ziyaretini yaşayanlardan biriydim.
Ertesi sabah erkenden uyanıp çadırdan çıktığımda soğuk öyle bir yüzüme vurdu ki insanın kendine gelmemesi olanaksızdı. Bol oksijenli ortamda öyle bir uyku çekmiştim ki kendimi yeniden doğmuş gibi zinde hissediyordum. Kahvaltının ardından yürüyüşümüzü yaptık. Peşinden araçlara atlayıp, bozuk yolda toz toprak arasında ilerleyerek güzeldere şelalesine ulaştık. Şelaleye inmek için kurulan merdivenler bana pek güvensiz ve merdiven basamaklarının arasından görülen uçurum ürkütücü geldiğinden ancak yarıya kadar inebildim. Şelale yüz metreyi aşan yüksekliğiyle şimdiye kadar gördüklerim arasında en boylu poslusuydu.
Derken kampı bitirdik ve ateşin vurmasıyla güneşlenmiş gibi kızaran yüzlerimizle İstanbul'a doğru yola koyulduk.