Thursday, June 11, 2009

trabzon


"geze geze anadolu" programımızda bu seferki durağımız trabzon. daha önceden giresun'a kadar gittiğim doğu kardeniz'de bu fırsatla daha ilerileri görme fırsatı buldum. ilk gün rum bir tüccarın kendisi için yaptırdığı, daha sonra birinci dünya savaşı'nda kaçmak zorunda kalınca istimlak edilen, ve daha sonra da atatürk'ün trabzon'a gelişlerinde kaldığı ve 1937'de geldiğinde vasiyetnamesini tamamladığı, şu aralar da atatürk köşkü diye bilinen muazzam bir köşk-müze'yi gezdim. atatürk'ün dersim isyanının bastırılması için taktiklerini bizzat işlediği bir harita benim en dikkatimi çeken aksesuardı. haritada iskenderun'un "iskenderon" olarak belirtildiğini ekleyeyim.

daha sonra kuymaklı, kayganalı, lahana çorbalı bir yöresel yemeğin ardından sümela'ya yollandık. 4. yüzyılda yapımına başlanan ve bugünkü halini ancak 9. yüzyılda alabilen 1300 metre rakımlı dik bir yamaçta bir dağ gövdesinin içerisine yapılmış, içerisindeki meryem ana figürlerinden dolayı "meryemana" olarak da bilinen sümela manastırını ziyaret ettik. manastırın büyük bölümü restorasyon halinde, küçük bir kısmını gezebildik ama o küçük kısım bile içimi cız etmeye yetti. manastır duvarlarını süsleyen freskler, tasvirler yer yer "bordo-mavi", "seni seviyorum", "çorumlu harun" yazılarıyla kirletilmiş, kazılmıştı. yine de bu görkemli mabedi gördüğüm için son derece memnundum.

yolumuza ve tırmanmaya devam ederek, 1700 metre rakımlı zigana'ya ulaştık. ormanın ve yoğun sisin gizlediği bir tatil köyü'nde bol eğlenceli, kolbastılı, horonlu, kemençeli gecenin tadını anlatabileceğimi sanmıyorum. gece yatağıma yattığımda bol oksijenin verdiği keyifle bebekler gibi uyudum.

ertesi gün, dağdan coşkun derelerle gelen suların orta yerde yine dağların getirdiği kayaların set yaptığı doğal mı doğal uzungöl'e gittik. uzungöl inşaat halinde. çevresi boydan boya taşlı duvarlarla çevriliyor ve hemen dibine de yol yapılıyor. doğallığını kaybetti, kaybedecek. bu durum da bizleri üzse de yeni yerleri görmenin heyecanı yine galip geldi. sonrasında kar kütlelerinin henüz tamamen çözülmediği, kütleden parçalar alıp kartopu oynayabildiğimiz, haziran ortasında soğuk mu soğuk karadeniz yaylasında oksijene doyduk.

bizi keşmekeşin beklediği istanbul'a götürecek uçağımıza binmeden önce şehir merkezini de görmek istedik. burada edindiğim izlenim şudur ki, trabzon demek; trabzonspor demek, bordo mavi demek. evler, dükkanlar, sokaklar, tesisler bordo maviye boyanmış ve trabzonspor bayrakları ile süslü. bununla birlikte öyle gezip göreceğiniz, ilginizi çekebilecek mekan sayısı çok kısıtlı. bundan on-on beş yıl kadar önce ruslarla gürcülerle nataşalarla dolu şehirde hiç öyle bir ortam yok. o zamanlarda çok hareketli olan güzelhisar caddesinde bugün pek bir harekete rastlanmıyor. ancak hala bazı restoran ve otellerin tabelalarında rusça açıklamalar da var. ama trabzon artık o trabzon değil, trabzonspor da o trabzonsor değil.

bir başka programımızda buluşana dek esen kalın.