Friday, October 31, 2008

menekşe


Ağacın yeşili ile sonbaharın sarısının birbirine karıştığı sık bir ormanda belli belirsiz bir patikada tırmanıyorduk. Görüş mesafesini ancak yirmi metreye kadar indiren sis zirveye çıktıkça yoğunlaşıyordu ama en azından ağaçların arasından artık gökyüzü belli belirsiz fark ediliyordu. Bu sisli belirsizlik içinde bir kaya parçası sandığım siluete yaklaştığımda, aslında onun kanlı ve canlı bir kız olduğunu ancak yanına geldiğinde fark edebildim.

Bu seferki hedefimiz menekşe yaylası idi. İzmit’in canlı ve renkli doğasına kendimizi atabilmek için araçlarla başladığımız yolculuk önceki gün yağan yağmurun oluşturduğu çamurla ancak belirli bir yere kadar sürebildi. Daha sonrasında araçları bir kenara bırakıp çamura daldık. Önce keskin bir vadiye toprak yoldan girdik, sonrasında ağaçlarla kaplı dik bir yamacı belli belirsiz bir patikadan tırmandık. Sonrasında ise yaylaya ulaşmak için bir kez daha yokuş aşağı yuvarlandık.

Menekşe yaylası sisliydi. Geniş ve düz bir kır alanıydı. Hemen yanında tembel bir dere akıyordu. Sessizdi. Soğuktu. Demli bir çayla içimizi ısıtıp, sucuk ve köfteyle karnımızı doyurduk.

Dönüş yolunda bir de mağaraya uğradık. İlk kez mağara tecrübesi taşıyanlar için yeterince ürkütücü ve karanlıktı. Derin mağarada bazı bölümlerde ilerlemek için sürünmek gerekiyordu. Bir süre sonra daha fazla ilerleyemeyeceğimizin farkına vardık ve geri dönmek zorunda kaldık.

Hava kararmadan araçlarımıza ulaşmayı başardık. Yorucu bir gün geçirmiştik. Keyfimiz yerindeydi ama yine de parkurun zorluk derecesi “kolay+” belirleyenlere sitemlerimizi göndermeyi ihmal etmedik.